15 Aralık 2007 Cumartesi

BİR BABA LÜTFÜ HİKAYESİ

AHMET KABAYEL
Ünye.30. Kasım. 2006


Sizlere aktaracağım anı, Orta Karadeniz'de mizahın kurgulandığını,Doğu Karadeniz!'deki gibi yaşanarak ortaya çıkmadığını gösteren olgulardan biridir.Neyzen Teyfik, Aziz Nesin ,Ali Poyrazoğlu,Ferhan Şensoy, Levent Kırca, Seyfi Dursunoğlu benim hatırlayabildiğim, mizah deyince akla gelen, Orta Karadenizle bir şekilde bağlantıları olan ünlülerden bazılarıdır.Avni Çavuş, Baba Lütfü, İhtiyaroğlu Ahmet sonraları İlhan Güven … ve her arastanın en az iki kurgucusunu düşünürsek kültürel zenginliğimizden neler eksildiğini varın siz düşünün! Ben de ortaokul sıralarına denk gelen bu anıyı o günün Ünye'sini aktararak anlatacağım.

1960 lı yılların sonlarına doğru pırıl pırıl bir kasım günü bizim deyimimiz ile kavak ağacı üzerindeki sararmış yapraklarını Cumhuriyet Meydanına, Osman Hocanın yürürken kullandığı bastonunun tak sesini çıkarmasına vesile olan Arnavut taşlarının üzerine doğru dökmektedir. Eteklerindeki binlerce sararmış yaprağı Özdemir Asaf'ın söylediği "sonbaharı süpüremezsin" deyişine aldırmadan vazifelerini yapan belediye işçilerine inat onların peşlerinden yapraklarını bırakmaya devam etmektedir. 100 yıl öncesinin kötülere korku salan ve sayısız idam olayı gerçekleştirilen bu ulu çınar, çoğu insana huzur vermeyi dallarının büyük bir bölümünü kaybetmiş olsa da sürdürmektedir.

Birden ortalığı Saray Camii müezzini Şaban Hafızın mikrofonsuz güzel sesiyle minarenin şerefesinden okuduğu insana huzur veren hatta huşu içerisinde kendisini dinlettiren ezanın duyulmaya başladığı an, hükümet binasının merdivenlerinde geldiği günden beri her öğle yaptığı yürüyüşe hazırlanan makam sahibi Bey fötr şapkası, belden bağlı pardösüsü, ütülü pantolon, boyalı ayakkabısıyla belirir. Merdivenlerin karşı tarafında iki duraktan biri olan park taksi (ötekisi telefon taksi,) durağında gıcır gıcır yeni silinmiş dört adet Chevrolet taksi dizilmiş müşteri beklemektedir. Durakta İsmail Şahin, Remzi Alan, Necati Yıldırım ve arkadaşları Baba Lütfü'nün "Sinek bacağı da yesen üstüne bir cigara içmek vaciptir" düsturunu yerine getirircesine dumandan göz gözü görmemektedir

Taksisi orada olmasına rağmen ortalarda gözükmeyen, Ünye'de kurgulanan mizah deyince akla gelen ilk isimlerden biri olan Baba Lütfü yeni kurgulardan birini gerçekleştirmek üzere yine bizim deyimimizle köprünün başını çoktan bulmuştur.
İlerlemiş yaşına rağmen çalışma arzusundan bir şey yitirmeyen Baba Lütfü o küçücük taksi durağında kendisini ziyarete gelenlerle sohbet eder, gelenle geçenle yarenlik yapar. Sabah öğle akşam işyerinin önünden geçerken kendisine ve etrafına selam vermeyen bu makam sahibi beye çok bozulur.Bu olay aylarca devam adince, kendince bir ders vermeye
karar verir.

Hikayenin geçtiği yıllarda Ünye Esnafı bir açılışta toplu halde

Merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başlayan bey, sağ tarafındaki curcunayı merak edip başını çevirdiğinde elindeki zili olanca gücüyle sallamaya çalışan, çocuklara güleç yüzüyle artık içeri geçme zamanının geldiğini ifade eden Anafarta Okulu görevlisi Hamza Amcayı görür. Çocukların cıvıltısının bütün meydanı kaplaması yüzünün buruşmasına vesile olur. Sabahları işe gelirken özellikle şehirli esnafın dükkanlarını açmaya giderken hükümet binasıyla okul arasına doğru ellerini açarak dua okumalarının öğle ve akşam devam etmediğini fark eder.Anafarta Okulu bitişiğindeki Milli Eğitim Müdürlüğü binasındaki müzeye ziyaretin az da olsa devam ettiğini görür.

Sabahçı çocuklar koşarak dışarıya çıkınca bir kısmı, okulun hemen önündeki arabasında pamuk şekeri satan Hidayet Amca'nın yanına giderek pamuk şekeri ya da arabanın üstündeki elma şekerinden alırlarken bir kısım çocuk da köşedeki Şekerci İsmet'in vitrinini süsleyen kiraz, baston, kaynana, peynir şekerlerinden ya da simit, ince pandispanya, acı badem, atom vb. çeşitlerinden birini tercih ederler. Vitrin üstünde duran "İmren" (daha sonra adı Çamlık gazozu oldu.), Çataltepe gazozlarından alarak içine nohut leblebi doldurmaya başlarlar. Hemen yan taraftaki dükkanda Ünye'nin kitap gazete ve kırtasiyedeki önemli ismi Cücür, yüksek sesle birilerine bir şeyler anlatır. Bir yandan da çocuklara sakin olmalarını, yavaş olmalarını tembih eder.

Topçu'nun FAUN Kamyonu

Meydanın ortasına kadar gelen bey çocukları uyarmak için kornasını acı acı çalan Topçu'nun 1956 model Faun kamyonunun geçmesini irkilerek bekler. Arabanın arkasından hamal İbram Dayının, elindeki ağzının üst tarafından delinmek suretiyle ip geçirilmiş ve bir odun parçasıyla tuttuğu sini büyüklüğündeki tahta balığını (Kalkan balığı) görünce hayretler içerisinde baka kalır. O sırada meydandan geçmekte olan kızlara Java marka motoruyla hava atan Bıyıkların yeni yetme oğlu Aydın aşağı yukarı dolaşmaktadır. Ziraat Bankasındaki kaldırımlara yaklaştığında kendisinin geçmesini bekleyen şehirli kadınları görünce zaman zaman yaşadığı şaşkınlığı bir kez daha yaşar.
Asfalta doğru yaklaştıkça okul çocuklarının yere kulaklarını yapıştırarak hangi taraftan araba geleceğinin mütaalasını yapmaları ilgisini çeker.Boş olan asfalttan rahat bir şekilde karşıya geçer.Çocuklarını okula götürmek üzere kapının önüne çıkan liman reisi Sükuti Bey uzun boyu, tertemiz beyaz giysiler içerisinde elbisesi kadar temiz yüzüyle selam verse de samimi bir yanıt vermeden iskeleye doğru yürümeye devam eder.
İskelenin başına geldiğinde ucunda duran iri yarı adamı fark eder. Etrafta ikisinden başka kimse yoktur. İlerlerken çocuk parkının karşısında, denizin içinde yarı yatmış şekilde duran nesnenin daha önceleri yaz akşamlarında hoş görüntüleri sağlayan fıskiye olduğunu bilmemektedir. İlerledikçe uçtaki insanın sallandığını fark eder. Yaklaştıkça kulağına sayılar gelmeye başlar:
- 1555…
Biraz sonra:
- 1556.
İri yarı adam pantolonunun önünü sıkı bir şekilde tutarak:
-1557, der ve sallanmaya devam eder.
Bey başına geleceklerden habersiz dayanamaz sorar:
- Efendi ne yapıyorsun?
İri adam:
- Devlet görevidir. Saat 11.00 ile 13.00 arası sahile vuran dalga sayısını rapor edeceğim. Büyük bir sıkıntım var. Sıkıştım. İşi de yarım bırakmak istemiyorum. Hacetimi görene kadar yardımcı olur musunuz? Der.
O arada dalga sayısı 1560 olur. Baba Lütfü ağır vücuduyla sallanmaya devam eder. Madem devlet görevi;
-1561, diyerek söz konusu bey görevi devir alır.
Baba Lütfü koşarak iskeleyi terk eder, liman reisliği binasının arkasından kaybolur. Şimdiki belediyenin karşısında Arap Hasan'ın kahvehanesine giderek orada olan ve yoldan geçen ahaliyi iskeleye davet eder ve olayı bir çırpıda anlatır. Baba Lütfü zafer kazanmış komutan edasıyla önde, kalabalık arkasında iskeleye giderler.
İskelenin başladığı noktaya doğru iri gövdesine rağmen gülerek koşan, arkasındakilerin de ondan aşağı kalmadığı gülüşme ve el kol hareketlerinin şaşkınlığında ancak:
- 1590…? Diyebilen bey ne olduğunu anlamaya çalışırken artık koşmaktan yorulmuş nefes nefese olduğu yere çömelmiş hınzır bakışlarla göz göze geldiğinde ağzından dökülen 1591'in bir anlam ifade etmediğini , kendisine düzenlenen bir oyunun kurbanı olduğunu fark eder. Gülüşme seslerinin arasında parka doğru yürümeye başladığında iş işten çoktan geçmiştir.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Sn Kabayel,

Hikaye çok hoş ve nostaljik.

Küçük bir düzeltme yapmayı

kendimce uygun gördüm.

Resimdeki kamyon FAUN değildir.

1952 model KRUPP 'tur.

Çokmu önemli bilmem ama,ben

rahmetli Babamdan araç kullanmayı

FAUN'larda öğrendim.

Saygılar.

Ali DEMİRTAŞ