15 Aralık 2007 Cumartesi

SARAY CAMİSİ



İslam dünyasında cami, insanları birleştiren bir yer olarak tanımlanır. Felsefi açıdan sevgi ve iyilik kaynağı olarak gösterilen bu mekânlar, esas itibariyle ibadet amaçlı kullanılır. Cuma ve bayram namazlarının topluca camilerde kılınması şarttır. Vakit namazlarının camilerde topluca kılınması makbul sayılsa bile, tek tek kılınması yahut topluca bir başka yerde kılınmasında bir sakınca görülmemiştir.

Hutbe, vaaz ve cami dersleri nedeniyle eğitim ve öğretim amacına hizmet eden camiler, aynı zamanda Müslümanların birbirlerini görüp kaynaştıkları, birbirlerini kollayarak sorumlulukları paylaştıkları mekânlardır.

Anadolu’ya gelen Türkler, İslami inanç ve yerleşik topluma geçişle birlikte nüfuz ettikleri yerlerde camiler inşa etmişlerdir. Dolayısıyla camiler, inşa edildikleri tarihsel dönemin özelliklerini ve mimari biçimini yansıtırlar.

Ünye’de onarım görmesine karşın fazla değişime uğramadan ayakta kalan tarihi camilerin sayısı çok azdır. Bunlardan bazıları yıkılarak, yeniden inşa edilmişlerdir.

Ünye’nin en eski camisi 1019 ( M. 1603) yılında inşa edilen Büyük Cami’dir. Çoğunluğu ahşap, kâgir yapı, 1988 -89’da Belediye Çevre Düzenlemesi nedeniyle yıkılarak, yerine bugünkü cami inşa edilmiştir. İkinci sırada Hacı Osman Ağa Cami 1113 ( M. 1697) yapılmış, 1988’de yol genişletilmesi sebebiyle yıkılarak, elli metre yukarı ve geri çekilerek yeniden inşa edilmiştir.

Sıradaki diğer camiler, Saray Cami 1132 (M. 1716), Çömlekçi Cami’dir 1235 ( M. 1819) . Her ikisi de orijinal haliyle ayaktadırlar.

Orta Yeni Cami, 1312 (M. 1896) yılında yapılmış, 1939 Erzincan depreminde yıkıldığı için büyük bölümü yenilerek bugüne gelmiştir.

Tepe Mevkiindeki Tepe Camisi ve Kireç Fırını Mevkisindeki Kefeli Cami ve Hamidiye Mahallesi Camisi nispeten eski camilerimizdendir. Kısmen onarım görmüş veya tamamen yıkılarak yenisi yapılmıştır.

Saray Camisi orijinal haliyle ayakta kalan şehrin en eski camisidir.

Yerinde bir kararla Saray Camisi, 2007 yazında Kültür Bakanlığınca restorasyona alındı ve 2007 Kasım ayı itibariyle restorasyonu tamamlandı.

Saray Camisi, adını 1808 yılında yapılan Süleyman Paşa Sarayı’ndan almıştır.


(Osmanlı arşivlerinden akt. Osman Doğan)

Saraya yakın olması ve saray mensuplarınca kullanılması nedeniyle bu isimle anılsa da, caminin inşa tarihi saraydan en az 92 yıl önce yapılmış ve Sarayın asıl camisi olarak bilinen cami, Kaşbaşı Camisidir.
Saray Caminin kim tarafından ve ne zaman yapıldığını, giriş kapısı üzerinde Arapça harflerle yazılmış orijinal kitabeden öğrenmekteyiz. Cami 1716 yılında inşa edilmiştir. Camiyi yaptıran kişi Hacı Ahmed’tir. Gondoroğlu olarak anılan Hacı Ahmed’in Kaptan olduğu tahmin edilmektedir. Ünye’de o dönemle “varlıklı” diye bilinen kesimler, başta asker kökenli devlet erkanı; paşa ve benzerleri olmak üzere, kadı ve kaptanlardır. Hacı Ahmet saray Camisini yaptırdıktan sonra, burada görev yapanları, imam ve müezzinleri, caminin çeşitli giderlerini karşılamak amacıyla, şu anda market olan yer ile cami arasındaki bölüme bir değirmen yaptırmıştır. Anasu’dan gelen derenin üzerine inşa edilen bu değirmen 1800’lü yılların sonuna kadar çalışmıştır.[1]

Caminin batı yönünde yer alan bahçe mezarlıktır, muhtemelen camiyi yaptıran şahsa ve yakınlarına aittir. Bahçede yer alan servi ağaçlarından birinin, caminin inşası ile aynı zamanda denk gelişi, eski bir gelenek olarak ağacı dikenin yahut camiyi yaptıranın bu ağaç altına defnedildiği çağrışımını yaratmaktadır. . Bahçede 12 mezar olduğu tahmin edilmektedir.


Caminin bahçesi gibi meydanın önemli bir bölümü de mezarlıktır. Zamanla meydan trafiğinin artması, savaş nedeniyle sığınak kazılması ve nihayet hükümet konağının temel kazısı nedeniyle meydandaki mezarlar tümüyle kaldırılmıştır. Meydan düzenlenirken ve cami yanından geçen patika genişletilirken, caminin bahçesi yol seviyesinin altında kalmış, üstüne toprak doldurularak, kod farkı giderilmiştir ve camiye ait mezarlar toprak altında kalmıştır.[2]


Restorasyon

Mayıs 2006’da ihalesi yapılan Saray Camii, 164 Bin YTL. karşılığı 28 Mayıs 2007’de restore edilmeye başlanmış ve 6 ayda tamamlanması gerekirken, 28 Ekim yerine, 22 Kasım 2007’de tamamlanmıştır.

Caminin giriş kapısı, dış cephe, minber ve mihrap üzerinde değişik zamanlarda kat kat boya kullanıldığı için, ana gövdeye zarar vermeden temizlenmeleri hayli zaman almış, bunun için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden bir aylık ek süre alınmıştır. 28 Kasım 2007’ye kadar verilen ek süre dolmadan Cami, Samsun Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne 22 Kasım 2007 tarihinde teslim edilmiştir.

Yapılan işlemler şunlardır:

Camiye ait mihrap ve minber ilk yapıldığı günden kalmadır.
Ahşap kürsü ise, onarılamayacak halde olduğu için iptal edilmiş, yerine
Ünye taşından kürsü yapılmıştır.



Restorasyonu gerçekleştiren mühendis Muzaffer Özdemir’den aldığımız bilgiye
göre döşeme, tavan, iç bölmeler tümüyle yenilenmiştir. Kapı, minber, mihrap
özel bir teknikle temizlenerek, koruyucu maddelerle kaplanmıştır.
Plastik çerçeveli pencereler ahşap yapılmış, dışarıdan olan ikinci kat çıkışı
cami içinden verilmiştir.
Dış cepheye yüzey temizliği yapılmış ve çatı yenilenmiştir.

Caminin ön ve yan taşlıkları temizlenerek, minaresi yeniden boyandı.
Şadırvan onarılarak, eski mezarların bulunduğu bahçeye Vakıflar Genel
Müdürlüğünün ihaleye çıkardığı projeye uygun olarak umumi tuvalet yapıldı.

Caminin dış duvarlarında ve pencere kenarlarında yapılan temizlik, yapının
şirinliğine ve 17. yüzyılda Ünye taşının nasıl işlendiğine dair güzel bir örnek
oluşturmaktadır.
Cami avlusunun renkli Ünye taşından yapılması, duvarlarda da aynı taşın
bulunması açısından isabetli bir karardır. Ancak Ünye’ye ait bu taş tamamlayıcı
bir faktör olarak düşünülmüş bile olsa, yer karosu olarak uygun değildir.
Fiziksel etkenlere karşı dayanıksız, özellikle sürtünme karşısında dirençsizdir.



Giriş kapısının ve pencerelerin kabartmaları, mihrap işçiliği ile aynı düzeydedir.
Çatıdan gelen yağmur oluklarının taş köşebentleri, dört köşede de zemine
kadar uzamaktadır.
Şadırvan

1965 yılına kadar caminin çeşme yahut şadırvanı yoktur. Recai İkinci’in aktardığı
kadarıyla, şimdiki şadırvana yakın, şu an yola giden yerde geniş ağızlı bir kuyudan
su çekerek abdest alırlarmış. Gülsüm Ana kuyusu adıyla anılan bu kıyı dışında,
Anasu Deresi akağı yakında olduğu için suyun bol olduğu, hatta camiye yakın
çok helalı bir umumi tuvaletin bulunduğu söylenir.

1965’te Mürüvvet Çeşmesi adıyla, Profesör Osman Çataklı’nın kızkardeşi Mürüvvet Hanım’a hayrat, babası Mehmet Efendi tarafından bir şadırvan yaptırılmıştır. Halen hizmet veren şadırvan, 2005’te onarım görmüş, Hürrem Duysak tarafından mermer takviyesi ve tavan aksamlarının yenilenmesi gibi işlemlerden geçmiştir.







Restorasyonla birlikte temizlenme, boyanma yanında, şadırvanın muslukları ve oturakları yenilenmiştir.

Cami, inşa edildiği tarihten günümüze kadar önemli bir onarım görmemiştir.
Zamanla yıprandığı, hatta cami olarak kullanılamaz
duruma geldiği, İkinci Dünya Savaşı sırasında cezaevi
olarak kullanıldığı, birkaç küçük onarımla cami olarak
hizmet verdiği bilinmektedir. Bu süreçte, eski minare –
ardıç ağacından, tamamı ahşap- neredeyse
kendiliğinden yıkılarak, yerine taş minare yapılmıştır.
Halen hayatta olan, yaşları 65 ve üzeri Ünyelilerin ortak anısı, camiden çok işte bu
minareye aittir.

Bir Minare Öyküsü

Ne zaman yapıldığı bilinmeyen, belki de cami ile eş zamanlı Hacı Ahmed Efendi tarafından yapılan bir minaresi vardı Saray Camisi’nin. Yekpare ahşap, ardıç ağacından yapılmış bu minarenin uzun yıllar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ahşap minarenin yıkıldığı dönem, caminin kısa bir süre cezaevi olarak kullanıldığı İkinci Dünya Savaşı yıllarına rastlamaktadır. Taş minarenin inşa edilmesi ise hayli zaman almış, 1960’a kadar uzamıştır.[3]

Yaşı 60’ın üzerinde Ünyelilerin hatırladıkları görüntü şudur:

Müezzin Kör Fethi, ahşap minareye çıkmış, ezan okumaktadır.

Sonra bu minare, kimilerine göre kendiliğinden yıkılmış, 1954’te yenilenme kararı alınarak, taş minare yapımına başlanmıştır. Zemin bataklıktır. Zorlu bir çalışma gerekmektedir. Zahiye ve Rüveyde Haznedar’ların bağışlarıyla gerekli finansman sağlanır. Minareyi oturtacak kaidenin zemini uzun bir süre dövülür. Kaptan İsmail Canbula’nın gemisinden vinç getirtilir. Makinist Himmet’in işçiliğinde sıkıştırılan zemine, 16 kızılağaç kazığı çakılır. Minarenin temeli işte bu şekilde atılır. Kaidenin ve minarenin yapımını Kaptan İsmail Canbula üstlenirken, Öğretmen Ömer Kavaklıoğlu, Musa Sami Güven, ve Ahmet Uygun gibi pek çok Ünyeli katkıda bulunmuşlardır.

Kaide biter bitmez minare yapımına girişilemez. Yedi – sekiz yıl beklenir, daha sonra minarenin inşasına girişilir. Minare inşasının tamamlanması 1960’ların başına kadar uzar. [4]
[Minaresiz ve yeni minareli Saray Cami - [Restorasyondan sonra]
Günümüze ulaştıranlar: Eren Tokgöz, Nazlı Şenalp ]


Cezaevi

Mahkumlara yemek götürenler tarafından daha net olarak hatırlanan bir hadisedir,
Saray Camisi bir dönem cezaevi olarak kullanılmıştır. 1939 Erzincan depremi
nedeniyle şimdiki Emniyet Amirliği binasının yanında bulunan cezaevi ki, aynı zamanda
Jandarma Karakolu’dur, hasar görür. 1942 Erba depremi ve aynı yıl çıkarılan Varlık
Vergisi ve Yol Parası nedeniyle çoğalan mahkumları kısmen hasarlı olan cezaevi ikamet
edemez ve yetersiz kalır, ek bina aranır. Toplam 10 – 15 mahkum, buradan alınarak,
Saray Camisi’ne nakledilir. [5]

Cezaevi gardiyanlarından biri, daha sonra Belediye Zabıta Çavuşu olan Avni Çavuş’tur
(Avni Çelik).

Cumhuriyet öncesi dönemde cezaevi meydanda ve deniz kıyısındadır. Biri kadın 64
mahkûm olduğu belgelerden anlaşılmaktadır.[6] Meydanın neresinde ve hangi bina
olduğu bilinmez ama mahkûm sayısı, o dönemin Ünye nüfusu hakkında önemli ipuçları
vermektedir.

1942 – 46 arası Saray Camisinde muhafaza edilen mahkumlar, buradan Kaledere
Okulu önünde bulunan ve ot deposu olarak kullanılan bir binaya nakledilmişlerdir.
Okulun önündeki yol genişletilince, bu bina yol’a gitmiştir.[7]

İkinci Dünya Savaşı nedeniyle çok sayıda asker Ünye’de konuşlandırılmış, Tepe
mevkiinde askeri depo olarak kullanılan yer, askerlerin tahliyesi sebebiyle boşalınca,
cezaevine dönüştürülmüştür. Yüceler mevkiindeki şimdiki cezaevi açılıncaya kadar,
“debboy” tabir edilen Tepe’deki bu cezaevi kullanılmıştır


Saray Camisi İmam ve Müezzinleri

1951 Yazında, Tokatlı Hüseyin Efendi Cuma namazı kıldırarak camiye yeniden işlerlik kazandırmıştır. Daha önceki yıllara ait kimlerin camide görev yaptığını bilmiyoruz. Ancak, diğer cami imamları gibi gayri resmi statüdeki imam ve müezzinlerin camiye yakın ikamet eden akil kişilerden oluştuğu sanılmaktadır. Bu gelenek, 1951 sonrasında bitmiş, Saray Camisi’ne sırasıyla şu imamlar atanmıştır:

1- Çarşambalı Mehmet Efendi,
2- Derviş Efendi ( Ferhan Şensoy’un dedesi),
3- Pazarbaşı Mustafa Hafız,
4- Hasan Hafız (Hasan Kuru, 1964-1977 ),
5- Seyfettin Hoca (Seyfettin Yörük, 1977- 1981),
6- Halil Arık (1982 – 1985 )
7- Fahri Şahin, (1989 – 1991 )
8- Ahmet Dural
9- Ahmet Avkış

Paslu Hoca, Kör Fethi, Şaban Hafız (Mehel ) ve Talip Yıldırım ( 1979 – 1992 ) müezzinlik yapmıştır.
İmam yahut müezzinin mazeretli olması halinde, cemaatten birileri görevini üstlenir; Niyazi Ünser ( Kör Niyazi), Halit Tokaç, Ali Özalp, Basri Şimşek ( Tabak Basri) ve Süleyman Karadeniz, bunlardan bazılarıdır.
Hali hazırda görevli imam Şükrü Saylan’dır. Müezzin ise, Adem Gebeş’tir.

Saray Camisi Restorasyonunun
Kazanımları ve Yanlışlığı

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün faaliyetleri çerçevesinde ve belirledikleri program uyarınca gerçekleştirilen Saray Camisi restorasyonu, şüphesiz Ünye için önemli bir kazanımdır. Tarihi bir eserin ayakta tutulması yanında, cami olarak kutsal bir mekanın onarılması yapılan işe ayrı bir anlam katmaktadır. Sırada bekleyen Saray Hamamı, Yalı Kahvesi’ndeki kilise ve daha pek çok tarihi eser, yeniden hayat bulmayı beklemektedir. Çarpık yapılaşma sonucu dokusunu kaybetmiş olan kentimiz, hiç değilse bazı eserlerinin yenilenmesi, bazı sokakların eski görünümüne kavuşturulmaları sayesinde eski ve güzel günlerini yansıtabilecektir.

Saray Camisi envanterine geçmiş, biri önemli iki el yazması Kur’an mevcuttur.



Restorasyon öncesinde Ünye Müftülüğü zimmetine verilen Kur’an, 1896’da
yazılmıştır. Muhsinzade olarak anılan, Abdullah oğlu Muhammed Rahmi tarafından
yazıldığı anlaşılan Kur’an, 112 sene önce yazılmıştır.

El yazması Kuran’ın son iki sayfasında şu açıklama vardır.

“vegad kâne hitamü kitabetü hazihi’l-mushafi’l-mektubeti bikalemi abdül’l-hakir
elmuğtarefi bi’l-aczi ve’t-taksir el-mütevaki’ rızae Rabbihi’l-ahad Muhammed Rahmi b. Abdullah el-Mağruf bi-Muhsin zâde zadehu amilehu’l-llahu lutfen vezadehu Fi evahiri Şa’ban’ul-muazzama min şuhuri senete selase aşara ve selase mieti ve elf …”

(Ketebe kaydında hattatının ismi “Muhammed Rahmi b. Abdullah el-Mağruf bi-Muhsin zâde” olarak geçiyor.
İstinsah tarihi yani yazılma ve tamamlanma tarihi 1313’tür. Miladi 1895/1890 Çeviren : İrfan Dağdelen

Giriş sayfasında:

“Bu mübarek zat ne güzel Kur’an-ı Kerim hediye etmiş duası kabul olsun. İlahi ruz-ı mahşerde
yüzü ak ruhu şad olsun. Bende nasib oldu okudum bu Kur’anı Rabbim rahmetlere gark ile son
yazanı. Acizi Drama muhacirlerinden Bayram Edhem 5 Haziran sene 1340”
İbaresi yer almaktadır. İrfan Dağdelen, çeviri yanında, cildinin normal olduğu, farklı
bir özelliğinin bulunmadığı ancak hattı’nın “gayet güzel” olduğu tespitini yapmıştır.

Cami imamlarından Seyfettin Hoca’nın bahsettiği küçük boyutlu Kur’an ile kelimeyi
tevhit yazılı kemik levhanın şimdilik izine rastlayamadık.

Yazılı belge olarak giriş kapısındaki kitabe, Saray Camisini yaptıran kişi hakkında bize
bilgi ulaştıran tek kaynaktır.


Bân-i hâze’l-câmi’ el-Hâc Ahmed ismuhu Bu camiyi yaptıranın ismi Hacı Ahmed’dir
Pâk-meşrebdir selîmü’t-tab’ bi’l-hulk’il-halîm Temiz huylu, sağlam tabiatlı, yumuşak yaratılışlıdır

Eyledi ukbâsını ta’mîre bu câmi’ binâ Ahiretini onarmak için yaptırdı bu camiyi
Hâze’l-hayrât min lutfi’l-latîfi’l-hakîm Lütuf sahibi Allah’ın yardımıyla yapıldı bu hayrat

Bahr-i ukbâda reîs-i keştî-i câmi’ ola Nasıl dünyada nice gemiye kaptan olduysa
Bunda oldu keştî-i seyyâha [1] nice kim Ahiret denizinde de müminler gemisinin kaptanı olsun

Eyleyüb bâri Hüdâ tevfîkini her dem refîk Allah inayetini daima kendine yoldaş etsin
İhdinâ yâ Hâdîyü’l-lutf sırâta’l-müstakîm Dosdoğru yola iletip hidayet etsin

Der Sümrânî [2] hatmi sezâ târih içün ba’de’d-duâ Bu duadan sonra, tarih düşmek için Sümrânî der ki
Kondura [3] el-Hâc Ahmed ecrin ed-dâru’n-naîm [4] Bunun sevabı Cennet’e koysun Hacı Ahmed’i

1132 [1720/1721]

Günümüz harflerine çeviren : İrfan Dağdelen Günümüz diline çeviren : Ahmet Selim Tuncer

[1]Hacı Ahmed Efendi’nin kaptan oluşu gerçek mi, yoksa bu ifadeden dolayı mıdır? (“Keştî-i seyyah”, dünya anlamındadır.)
[2] Sümrânî, Semrânî ya da Semerânî maslâhı, ender kullanılan bir isimdir ve “karaca-oğlan”, “esmer” de demektir.
[3] Hacı Ahmed Efendi için kullanılan Gondoroğlu lakabının bu sözcükten türetilmesi mümkün değil ise, kulaktan kulağa günümüze ulaşmış olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.
[4] Eski harflerin deşifresinde Tapucu Selahattin Beyin yardımı ve teyitleri olmuştur.

Bir başka yazılı belge ise, mezarlık olarak kullanılan bahçenin hafriyatı sırasında ortaya çıkmıştır. Yer seviyesinin altında inşa edilen umumi tuvalet için, kepçeyle çıkarılan 10 – 15 kamyon dolusu toprak, kamyonlara yüklenerek, Atatürk Parkı dolgu alanına “moloz” olarak dökülmüştür.

Hafriyat sırasında, kepçeye takılan ve bir merhumeye ait olan mezar taşını alarak, muhafaza eden Recai Kılıç, Camiye ait “bir belge”yi kurtarmıştır.

“Merhume ve mağfure Zahide Hanım ruhu içün el-Fatiha fi sene 1176”
(Çeviri: İrfan Dağdelen)

Hafriyatta çalışan kepçe ve toprağı taşıyan kamyon bellidir. Görevli mimar’dan teyit ettiğimiz bilgiye göre, hafriyat denizin doldurulduğu dolgu alanına dökülmüştür. Dolgu alanına giden kamyonlar dolusu toprak ve toprağa karışmış mezar taşları, muhtemelen camiyi yaptıran Hacı Ahmed Efendi ve diğer kişilerin kemikleri moloz olarak dolgu sahasındadır. Ancak hangi bölgeye yahut bölgelere döküldüğü bilinmemektedir.

Üç kamyonluk hafriyat ise Hürrem Duysak’ın tarlasına gitmiş, bunların içinde bir mezar taşına ait olduğunu sandığımız küresel bir taş ile muhtelif kemik parçaları çıkmıştır. Restorasyon konusunda bilgi aldığımız mühendis Muzaffer Özdemir [8], ihaleyi alırken tuvaletin projede yer aldığını, ihale anlaşması gereği tuvaletin yapıldığını söylemiştir. Ancak hafriyatı kendisinin yapmadığı ve hafriyat sırasında Ünye’de olmadığını, avlunun eski bir mezarlık olduğunu bilmediğini ifade etmiştir. Hafriyatla ilgili mimarın bilgisine baş vurduğumuzda ise, aynı bilgi noksanlığı içinde olduklarını gördük.

Recai Kılıç - Rifat Coşkun ve Mahmut Güner, restorasyon başlamadan iki ay önce birer dilekçe ile Samsun Anıtlar Yüksek Kurumu’na başvurmuşlardır. Mezarlık olarak kullanılan bahçeye tuvalet yapılmasının sakıncalarına işaret etmişlerdir. Buna karşın, projenin ihaleye çıkarıldığı, bu aşamada herhangi bir müdahalenin söz konusu olamayacağı bildirilmiştir. Mahmut Güner, bu defa Diyanet İşleri Başkanlığına baş vurmuştur. Ancak oradan da bir netice alamamıştır.

Restorasyon yerinde bir karardır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün tespiti, ekibinin çizdiği röleve, keşif ve mali durum belirlemesinden ardından, Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan onayından geçen bir projeye sahiptir. Ancak projede mezarlık alanına tuvalet tahsis edilmesi göz ardı edilmiş ve bu haliyle ihaleye çıkarılmıştır.

Çevreden görüp, müdahaleci olan bazı duyarlı vatandaşların dışında, maalesef yapılan uygulamanın -mezarlığı tuvalete çevirmenin- sorumluluğunu resmi, sivil hiçbir kişi ya da kuruluş üstlenmemiştir. Yol kıyısındaki ağaçların ise niye kesildiği bilinmemektedir.

Sonuç olarak, sahip çıkamadığımız mezarlara, denize dolgu olarak döktüğümüz ecdat kemiklerine saygı olarak, avlunun bir kıyısına Hacı Ahmed için sembolik bir mezar yapsak, acaba kendimizi affettirebilir miyiz?

Avluda toprak zemin olarak görünen alanın bir kısmı bile, böyle bir sembolik mezarı karşılayabilecek büyüklüktedir.

Yazarken bir kısmını andığımız ve ismini zikredemediğimiz, bizi bilgilendiren, yönlendiren, Ünyeli büyüklerimize, hocalarımıza ve yardımı dokunan herkese teşekkürler. Özellikle kitabe ve diğer eski yazmaları deşifre eden A. Selim Tuncer ve İrfan Dağdelen’e minnettarız. Sayın Dağdelen’in bir belirlemesiyle sonluyoruz:

“Yapmış olduğunuz çalışmaların bölgemiz ve Ünye’miz adına ne kadar öneme
haiz olduğunu herhalde sizlere anlatmama gerek yok. İşin erbabı bu konulara
zaten vakıftır. Ama bu çalışmalara ilgili makamların da dikkatini çekerek bu tür
eserlerin muhkem bir merkezde toplanması ve ilgisiz kişiler tarafından zaman
geçtikçe sır olmasından kurtarılması gerekir.
O yüzden bir KENT BELLEĞİ, KENT ARŞİVİ ve BİLGİ MERKEZİ
oluşturmak herhalde YEREL YÖNETİM ve SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
üzerine farz-ı ayındır.”

Ahmet Kabayel Ahmet Derya Varilci
ahmetkabayel@gmail.com varilci@gmail.com

FOTOĞRAFLAR: AHMET DERYA VARİLCİ – AHMET KABAYEL

Dipnot :___________________________________________________________________

[1] 106 yaşına kadar yaşayan ve berrak bir hafızaya sahip olan Aziz Çavuş’un , bir değirmenden söz ettiği söylenir. Mehmet Kaplan’ın dedesi Aziz Çavuş, Saray Camisi’ni yaptıran Hacı Ahmed Efendi’nin cami için bir değirmen yaptırdığını ve Anasu Deresi’nden gelen su üzerine kurulduğu, Çınar ağacı ile Süleyman Paşa Sarayı arasında yer aldığı ve 1800’lü yılların sonuna kadar çalıştırıldığı söylenir. Recai Kılıç’tan öğrendiğimiz bu bilgi, isimleri zikredilen diğer kişiler tarafından da doğrulanmıştır.

[2] Recai Kılıç, Mahmut Güner, Orhun Güven ve Hasan Hafız (Kuru) gibi daha birçok Ünyeli ve cami görevlileri, cami bahçesinin mezarlık olduğu bilgisine sahiptirler. Eski belediye başkanlarından Hüsrev Yürür’ün, gazeteci Yaşar Karaduman’a yaptığı açıklamadan da anlaşılacağı üzere, Navarrin Gazisi Tiryaki Hasan Paşaya ait mezar, meydandan buraya nakledilmiş, buradan da muhtemelen “Elmalık” denilen Çakırtepe Kabristanlığına götürülürken, diğer mezarlar toprak altında kalmıştır. (Bkz. Şirin Ünye Gazetesi, 07.11.2006 Tarihli nüsha. (“Mezarda Karışan Paşalar”).

[3] Hacı Osman Ağa Cami tümüyle yıkılıp yeniden inşa edilirken, taş minaresi orijinal haliyle günümüze ulaşmıştır. Saray Camisi ise, tersine minaresi yeniden yapılmış ama cami binası orijinal haliyle günümüze ulaşmıştır.

[4] Aktaran: Orhun Güven.

[5] Niçin cezaevi olarak camiler tercih edilmiştir? Bu konuda, camide cemaat azlığı, fiilen namaz kılınmayıp binanın metruk olduğu varsayımları yanında, dönemin iktidarının politikası gereği olduğu ifade edilmektedir.

[6] Osmanlı Arşivlerinden aktaran Osman Doğan.

[7] Hüseyin Çuhacı, Hüseyin Beşli, Recai kılıç, Mahmut Güneş, Yalçın Taşçıoğlu, Recai İkinci, Arif Korkmaz ve Hicabi Yıldıran gibi bir çok Ünyeli’nin belleğinden aktarılmıştır. Hilmi “Emmi” nin ot deposu olarak belirtilen bu mekana “Siyasi Tevkifat” olarak bilinen tutuklu sanıklar da konmuştur.

[8] Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği “Uzak” filminin “Altın Palmiye”li oyuncusu Muzaffer Özdemir, aslen Jeoloji mühendisidir. Hobi olarak yaptığı restorasyon işinde, Saray Camisi’ni seçme sebebi, bu camiyi “şirin” bir yapı olarak görmesidir. Maddi kazanç elde etmediğini ifade ettiği bu işlemde, cami avlusunun altında mezarlar olduğunu bilse, tuvalet işine hiç girmeyeceklerini, en azından hafriyatın bu şekilde gerçekleşmesine engel olunabileceğini söylemiştir.

BİR BABA LÜTFÜ HİKAYESİ

AHMET KABAYEL
Ünye.30. Kasım. 2006


Sizlere aktaracağım anı, Orta Karadeniz'de mizahın kurgulandığını,Doğu Karadeniz!'deki gibi yaşanarak ortaya çıkmadığını gösteren olgulardan biridir.Neyzen Teyfik, Aziz Nesin ,Ali Poyrazoğlu,Ferhan Şensoy, Levent Kırca, Seyfi Dursunoğlu benim hatırlayabildiğim, mizah deyince akla gelen, Orta Karadenizle bir şekilde bağlantıları olan ünlülerden bazılarıdır.Avni Çavuş, Baba Lütfü, İhtiyaroğlu Ahmet sonraları İlhan Güven … ve her arastanın en az iki kurgucusunu düşünürsek kültürel zenginliğimizden neler eksildiğini varın siz düşünün! Ben de ortaokul sıralarına denk gelen bu anıyı o günün Ünye'sini aktararak anlatacağım.

1960 lı yılların sonlarına doğru pırıl pırıl bir kasım günü bizim deyimimiz ile kavak ağacı üzerindeki sararmış yapraklarını Cumhuriyet Meydanına, Osman Hocanın yürürken kullandığı bastonunun tak sesini çıkarmasına vesile olan Arnavut taşlarının üzerine doğru dökmektedir. Eteklerindeki binlerce sararmış yaprağı Özdemir Asaf'ın söylediği "sonbaharı süpüremezsin" deyişine aldırmadan vazifelerini yapan belediye işçilerine inat onların peşlerinden yapraklarını bırakmaya devam etmektedir. 100 yıl öncesinin kötülere korku salan ve sayısız idam olayı gerçekleştirilen bu ulu çınar, çoğu insana huzur vermeyi dallarının büyük bir bölümünü kaybetmiş olsa da sürdürmektedir.

Birden ortalığı Saray Camii müezzini Şaban Hafızın mikrofonsuz güzel sesiyle minarenin şerefesinden okuduğu insana huzur veren hatta huşu içerisinde kendisini dinlettiren ezanın duyulmaya başladığı an, hükümet binasının merdivenlerinde geldiği günden beri her öğle yaptığı yürüyüşe hazırlanan makam sahibi Bey fötr şapkası, belden bağlı pardösüsü, ütülü pantolon, boyalı ayakkabısıyla belirir. Merdivenlerin karşı tarafında iki duraktan biri olan park taksi (ötekisi telefon taksi,) durağında gıcır gıcır yeni silinmiş dört adet Chevrolet taksi dizilmiş müşteri beklemektedir. Durakta İsmail Şahin, Remzi Alan, Necati Yıldırım ve arkadaşları Baba Lütfü'nün "Sinek bacağı da yesen üstüne bir cigara içmek vaciptir" düsturunu yerine getirircesine dumandan göz gözü görmemektedir

Taksisi orada olmasına rağmen ortalarda gözükmeyen, Ünye'de kurgulanan mizah deyince akla gelen ilk isimlerden biri olan Baba Lütfü yeni kurgulardan birini gerçekleştirmek üzere yine bizim deyimimizle köprünün başını çoktan bulmuştur.
İlerlemiş yaşına rağmen çalışma arzusundan bir şey yitirmeyen Baba Lütfü o küçücük taksi durağında kendisini ziyarete gelenlerle sohbet eder, gelenle geçenle yarenlik yapar. Sabah öğle akşam işyerinin önünden geçerken kendisine ve etrafına selam vermeyen bu makam sahibi beye çok bozulur.Bu olay aylarca devam adince, kendince bir ders vermeye
karar verir.

Hikayenin geçtiği yıllarda Ünye Esnafı bir açılışta toplu halde

Merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başlayan bey, sağ tarafındaki curcunayı merak edip başını çevirdiğinde elindeki zili olanca gücüyle sallamaya çalışan, çocuklara güleç yüzüyle artık içeri geçme zamanının geldiğini ifade eden Anafarta Okulu görevlisi Hamza Amcayı görür. Çocukların cıvıltısının bütün meydanı kaplaması yüzünün buruşmasına vesile olur. Sabahları işe gelirken özellikle şehirli esnafın dükkanlarını açmaya giderken hükümet binasıyla okul arasına doğru ellerini açarak dua okumalarının öğle ve akşam devam etmediğini fark eder.Anafarta Okulu bitişiğindeki Milli Eğitim Müdürlüğü binasındaki müzeye ziyaretin az da olsa devam ettiğini görür.

Sabahçı çocuklar koşarak dışarıya çıkınca bir kısmı, okulun hemen önündeki arabasında pamuk şekeri satan Hidayet Amca'nın yanına giderek pamuk şekeri ya da arabanın üstündeki elma şekerinden alırlarken bir kısım çocuk da köşedeki Şekerci İsmet'in vitrinini süsleyen kiraz, baston, kaynana, peynir şekerlerinden ya da simit, ince pandispanya, acı badem, atom vb. çeşitlerinden birini tercih ederler. Vitrin üstünde duran "İmren" (daha sonra adı Çamlık gazozu oldu.), Çataltepe gazozlarından alarak içine nohut leblebi doldurmaya başlarlar. Hemen yan taraftaki dükkanda Ünye'nin kitap gazete ve kırtasiyedeki önemli ismi Cücür, yüksek sesle birilerine bir şeyler anlatır. Bir yandan da çocuklara sakin olmalarını, yavaş olmalarını tembih eder.

Topçu'nun FAUN Kamyonu

Meydanın ortasına kadar gelen bey çocukları uyarmak için kornasını acı acı çalan Topçu'nun 1956 model Faun kamyonunun geçmesini irkilerek bekler. Arabanın arkasından hamal İbram Dayının, elindeki ağzının üst tarafından delinmek suretiyle ip geçirilmiş ve bir odun parçasıyla tuttuğu sini büyüklüğündeki tahta balığını (Kalkan balığı) görünce hayretler içerisinde baka kalır. O sırada meydandan geçmekte olan kızlara Java marka motoruyla hava atan Bıyıkların yeni yetme oğlu Aydın aşağı yukarı dolaşmaktadır. Ziraat Bankasındaki kaldırımlara yaklaştığında kendisinin geçmesini bekleyen şehirli kadınları görünce zaman zaman yaşadığı şaşkınlığı bir kez daha yaşar.
Asfalta doğru yaklaştıkça okul çocuklarının yere kulaklarını yapıştırarak hangi taraftan araba geleceğinin mütaalasını yapmaları ilgisini çeker.Boş olan asfalttan rahat bir şekilde karşıya geçer.Çocuklarını okula götürmek üzere kapının önüne çıkan liman reisi Sükuti Bey uzun boyu, tertemiz beyaz giysiler içerisinde elbisesi kadar temiz yüzüyle selam verse de samimi bir yanıt vermeden iskeleye doğru yürümeye devam eder.
İskelenin başına geldiğinde ucunda duran iri yarı adamı fark eder. Etrafta ikisinden başka kimse yoktur. İlerlerken çocuk parkının karşısında, denizin içinde yarı yatmış şekilde duran nesnenin daha önceleri yaz akşamlarında hoş görüntüleri sağlayan fıskiye olduğunu bilmemektedir. İlerledikçe uçtaki insanın sallandığını fark eder. Yaklaştıkça kulağına sayılar gelmeye başlar:
- 1555…
Biraz sonra:
- 1556.
İri yarı adam pantolonunun önünü sıkı bir şekilde tutarak:
-1557, der ve sallanmaya devam eder.
Bey başına geleceklerden habersiz dayanamaz sorar:
- Efendi ne yapıyorsun?
İri adam:
- Devlet görevidir. Saat 11.00 ile 13.00 arası sahile vuran dalga sayısını rapor edeceğim. Büyük bir sıkıntım var. Sıkıştım. İşi de yarım bırakmak istemiyorum. Hacetimi görene kadar yardımcı olur musunuz? Der.
O arada dalga sayısı 1560 olur. Baba Lütfü ağır vücuduyla sallanmaya devam eder. Madem devlet görevi;
-1561, diyerek söz konusu bey görevi devir alır.
Baba Lütfü koşarak iskeleyi terk eder, liman reisliği binasının arkasından kaybolur. Şimdiki belediyenin karşısında Arap Hasan'ın kahvehanesine giderek orada olan ve yoldan geçen ahaliyi iskeleye davet eder ve olayı bir çırpıda anlatır. Baba Lütfü zafer kazanmış komutan edasıyla önde, kalabalık arkasında iskeleye giderler.
İskelenin başladığı noktaya doğru iri gövdesine rağmen gülerek koşan, arkasındakilerin de ondan aşağı kalmadığı gülüşme ve el kol hareketlerinin şaşkınlığında ancak:
- 1590…? Diyebilen bey ne olduğunu anlamaya çalışırken artık koşmaktan yorulmuş nefes nefese olduğu yere çömelmiş hınzır bakışlarla göz göze geldiğinde ağzından dökülen 1591'in bir anlam ifade etmediğini , kendisine düzenlenen bir oyunun kurbanı olduğunu fark eder. Gülüşme seslerinin arasında parka doğru yürümeye başladığında iş işten çoktan geçmiştir.

ÜNYE'DE TARİHİ ESERLERİN RESTORASYONU

Ünye'de 76 tescilli tarihi eser bulunmaktadır.
İki cami, bir minare, bir kilise, bir kilise kalıntısı ( Ayanikola ), üç hamam, bir çeşme, bir sarnıç, Tozkoporan Kaya Mezarı, sur, kale, Çınar ağacı, bir taş kapı ve 63 adet ev
bulunmaktadır.

Evlerden 20 tanesi çok kötü durumdadır. Bunlardan biri, yaklaşık iki ay önce Ünye Belediyesi tarafından, rölöve ve restorasyon projeleri hazırlanarak, yıktırılmıştır.

Ünye’ye özgü taş işçiliğinin nadir örneklerini oluşturan 17 adet taş kapı mevcuttur. Durumları acilen müdahale gerektirmektedir.

Yine Ünye’ye özgü çeşme, kuyu ve sarnıçlar, harap olan yapılarla birlikte bir bir yitip gitmektedir. Bazı kuyu taşlarının ve dibek taşlarının Sn. Orhun Güven tarafından korumaya alınması dışında, şimdilik bu konuda herhangi bir önlem alınmamıştır.

Şehrimizde bugün restorasyonu tamamlanmış 12 adet ev mevcuttur. Evlerin onarımı bitmiş ve tamamen sahiplerinin kendi imkanlarıyla giderleri karşılanmıştır.

2005 yılında yürürlüğe giren “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım
Sağlanmasına Dair Yönetmelik” gereğince 2006 yılı içersinde yapılan müracaatlardan dört tanesine proje desteği verilmiştir. Ancak, iki tanesi bu destekten yararlanarak projelerini hazırlamış, ve restorasyon aşamasına gelmiştir. Ortayılmazlar Mahallesi, Keşaplı Sokakta bulunan Galip Keşaplı’ya ait ev, proje desteği almış, yapım desteği onaylanmıştır. Ancak, verilen parasal destek, projenin gerçekleştirilmesi yönünde yeterli değildir.

Çamurlu Mahallesi, Çubukçu Arif Sokak’ta Hasan Şimşek’e ait evin projesi kişisel imkanlarla çizilmiş ancak Kültür Bakanlığı’nca mali destek onayı alamamıştır. “TR90 Düzey 2. Bölgesi” olarak adlandırılan Doğu Karadeniz Kalkınma Programı çerçevesinde, KOBİ Hibe Programı - Avrupa Birliği Komisyonu’nca destek görerek, otel olarak “onay” almıştır.

Bir başka Proje, Kültür Bakanlığı destekli, Kaledere Mahallesindeki Çifte Hamam’dır. Ancak yapım desteğini henüz alamamıştır.

Saray Hamamının dış yüzeyi muhtarlık nezaretinde Belediye tarafından temizlenmiş olmasına rağmen, “iç ve dış” acil bakım gerektiren tarihi eserlerimizdendir.

Çamurlu Mahallesi’nde Eyüp Sabri Ünlü’ye ait binanın ise, projesi kendi imkanlarıyla çizilmiştir. 2007 yılında başlanıp, bitme aşamasına gelen restorasyonun yapımı, 2005 yılında yürürlüğe giren kanun uyarınca Kültür Bakanlığı’ndan “destek” görmüştür.

2007 yılı müracaatlarından Kaledere Mahallesinde Çoldur ailesine ait bir evin projesi için yapılan başvuru kabul görmüştür. Projelendirme aşamasındadır.

Önceki yıllarda temizliği yapılan Ünye Kalesi’nin planı ve restorasyon çalışması yeniden ihale edilerek, yakın bir zamanda çalışmalara başlanacağı öğrenilmiştir. Haziran 2006’daki selin tahrip ettiği Kale yolu, turist otobüslerince halen kullanılamaz durumdadır.

Ünye’de tescilli en eski eser olarak bilinen Tozkoparan Kaya Mezarı ve Ünye Kalesi’nden sonra, sırayı hangi eserin aldığı tartışmalıdır.

Çınar ağacı mı, Eski Hamam mı, Ünye Surları mı?


Eski Hamam, yeniden işletmeye sokuldu. Onarılırken, giriş kapısında ortaya çıkan işlemeler ( kupa veya kadeh motifleri ) ve içte dört sütün, sütun kirişlerinde yer alan lale motifleri nedeniyle yapıda yeni özellikler keşfedildi. Ancak, yaşlılarımızın daha önce gördüklerini ifade ettikleri tavandaki renkli kilise resimlerine rastlanamadı.

Tarihi Ünye Surları’nın hangi tarihte yapıldığı, doğrudan Süleyman Paşa Sarayı ile ilişkili mi olduğu bilinmemektedir. Gelinen noktada , Cumhuriyet Medyanı düzenlemesi kapsamında Ünye Surları yeniden ele alınacaktır. Şimdilik önü açılıp, temizlenmiştir. Önünden geçen caddenin taşıt trafiğine kapatılması ve sadece yaya yolu olarak düzenlenmesi düşünülmektedir.

Tarihi Çınar Ağacı, Ünye’yi simgeleyen en önemli olgulardan biri, belki de en önde gelenidir. Türklerin fethederek yerleştiği nüfus yoğunluğu olan yerlere Çınar ağacı diktikleri bilinmektedir. Yüzyıllardır ecdadımızın tarihine tanıklık eden Çınar, bu yıl Trabzon’dan gelen uzmanlarca incelenmiş, daha önce olduğu gibi kırılarak tehlike oluşturan ana dallar budanmış ve ağacın ömrünü uzatmak için çeşitli tedbirler alınması kararlaştırılmıştır.

Paşabahçe’de Ziver Aykaç’ın tescilli eser statüsünde olmamasına rağmen aslına benzer yaptırdığı evin yanında bulunan, Agah Beyler’in evi, varisleri Gürsoylar tarafından Çınar Market sahiplerine satılmış ve restore edilmek üzere proje çalışmalarına başlanmıştır.

Eski eser sıralamasında ön sıralarda yer alan Saray Camisi’nin restorasyonuna Kültür Bakanlığınca 2007’de başlanmış olup, yıl sonuna kadar tamamlanması düşünülmektedir. Camiyi 1720 – 21 yılları arasında yaptıran Hacı Ahmed Efendi ve kimlikleri bilinmeyen toplam 11 mezarın da bulunduğu camiye ait mezarlık talan edilmiş, buradan çıkan kemikler ilgililerin ilgisizliği nedeniyle sahildeki “dolgu” alanına malzeme olarak dökülmüştür.


Feneraltı mezarlığı, Çömlekçi Cami ve Hacı Osman Ağa Camisine ait mezar taşları, taş ve mermer işçiliğinin güzide örneklerindendir. Yeni tescillenen Feneraltı mezarlığının defineci talanından korunması, diğer tarihi eserler gibi koruma altına alınarak tahkim edilmesi gerekmektedir.

Hacı Osman Ağa Camisi mezar taşlarını, yeniden cami avlusuna getirten ve düzenlenmesini sağlayan Cami İmamı Sn. Mevlüt Yakışır ve Ünye Belediyesidir.


(Gülay Birben arşivinden alınmıştır.)

Ortodoks Rum Kilisesi olduğu bilinen Yalıkahvesi’ndeki kilise, bugün düğün salonu olarak kullanılmaktadır. Uzun yıllar elektrik santrali olarak kullanılan bu yapı, kilise olarak tescillenmiş bir tarihi eserdir. Tarihi ve kutsal bir yapının düğün salonu olarak değil de, kent müzesi yahut benzeri bir amaçla kullanılmasının daha yerinde olacağı kanısındayız.

Ayanikola Kilisesi’nin ise bugün yalnızca temeli ve yıkık duvarlarının az bir bölümü kalmıştır. John Freely’nin Türkiye Uygarlıkları Rehberi adlı kitabında, adını denizcilerin koruyucusu Aziz Nikolas’tan aldığı ve daha bir çok kaynakta adakların adanarak, Hıristiyanların hacı olmak maksadıyla gidilen kutsal mekanlarından biri olduğu belirtilmektedir.

1980’li yıllarda tespiti yapılan Ünye’deki Tarihi Eserlere ek olarak, Ünye Yerel Tarih Grubu ve Prof. Dr. Mehmet Özsait’in katkılarıyla 2006 Temmuz’unda altı yeni eser tescillenmiştir.

1- Kadavat Kaya Mezarları,
2- Karşıyaka Mahallesi’ndeki Balağuz Kaya mezarı,
3- Kızılkaya Saklı Kiliseler,
4- Esenkale,
5- Feneraltı mezarlığı,
6- Erenyurt Kalesi
7- Yazkonağı Mağarası ( Sn. Yaşar Argan’ın katkılarıyla )…

Tescillenen diğer tarihi eserlerdir.

Ünye’de bulunan tarihi eserlerin önemli bir bölümü Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndedir. Samsun Müzesi’nden bulunan eserlerle beraber Ünye’ye ait tarihi eserlerin Ünye’de açılması gereken bir kent müzesi’de yerleştirilmesi mutlaka gündeme getirilmelidir.

Kadılar yokuşu, “sokak iyileştirilmesi” kapsamında proje için müracaatı gerçekleştirilmiş, ancak Kültür Bakanlığımızca bu faaliyetin Bakanlık düzeyinde ele alınması kararlaştırılmıştır.

Ortayılmazlar Mahallesi Muhtarı Seyhan İhtiyaroğlu’ndan alınan bilgiye göre, seksenli yıllarda “altın arama” nedeniyle tahrip edilen, akabinde “tehlike” arz ettiği için Belediye tarafından yıktırılan Meçhul Asker ilkokulu ( Bu adın ilk ve özgün sahibi olan, Cumhuriyet Caddesindeki okul ), İstanbul’daki hemşerimiz iş adamı Arif Vidinli tarafından restore edilecektir. Bu okulda bir zamanlar Afitap Öğretmenin de kullandığı söylenen piyano’nun akıbeti halen belli değildir.
Ünye’de bugün sayıları 76’nın çok üstünde olduğu bilinen tarihi kapsamındaki eserin bir kısmı artık yerinde yoktur.
Kaderlerine terk edildiği sürece, her geçen gün geri kalanları da yok olacaktır.
Devlet, Yerel Yönetimler, Vakıflar, sivil toplum örgütleri ve iş adamları tarafından bu eserleresahip çıkılmadığı sürece Ünye’nin kültürel mirası dağılıp gidecektir.

Bu ve benzeri projelerde, doğrudan devlet desteği yahut ilgili kuruluşların maddi destekleri çoğunlukla mal sahipleri tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Öncelikle projelendirme aşamasında verilen mali destek, yeterli gibi görünse de, projenin kabulü ve inşaat aşamasında ortaya çıkan problemler, girişimcileri restorasyon faaliyetinden uzaklaştırmaktadır. Örneğin, mal sahiplerinden her hangi birinin imzasıyla başvuru yapılabilmekte, hazırlanacak projeye mali destek verilmekte, ancak bu destekle hazırlanan projenin kabulü aşamasında, tüm varislerin onayı gerekmektedir. Akabinde girişimcilerin kendi imkanlarıyla restorasyona başlaması ve belli bir aşamadan sonra mali desteğin –şayet proje kabul görmüş ise- kademeli olarak verilmesi söz konusudur. Destek sürecince yapılan denetimlerde bir olumsuzluk görüldüğü takdirde, derhal destekten vazgeçilebilmektedir.

Sonuçta alınan mali destek özendirici olmaktan uzaktır. Yapılacak masrafı tümüyle karşılayamadığı gibi, proje ve diğer prosedür nedeniyle eser malikleri restore işine girememektedir. Koruma kapsamındaki bu yapılarda onarım da yapılamadığı için bir bölümü konut vasfından çıkmış, terk edilmişlerdir. Harabe ve mezbele konumundadır. Bu manada mali açıdan daha yetkin unsurların, restore edilecek evleri satın alması gerekmektedir. Ünye’li iş adamlarına bu konuda büyük görev düşmektedir.


Gerekli duyarlığı gösteren ve getirisi fazla olmayan bu alana yatırım yaparak Ünye’deki kültürel mirasın gelecek kuşaklara taşınmasını sağlayan Ünyelilere teşekkür ediyoruz:

1- Hüseyin Tantu ( Dört konutu bitirip, şu an beşinci restorasyonunu yapmaktadır),
2- Yürür ailesi ( İki konut ),
3- Ceyhan Kokulu,
4- Nejat Güney,
5- Aydın Ekmekçi,
6- Hilmi Ergün,
7- Ziver Aytaç (Tescilli tarihi eser bitişiğinde, yeni bir yapı olarak),
8- Diktepe ailesi,
9- Ali Gürsoylu ve Kefeli ailesi…

Herhangi bir destek görmeden bu görevi yerine getirmişlerdir. Kendilerine minnettarız.

Çalışmalarımızda bizi bilgilendiren, yardımcı olan kişi ve kuruluşlara, özellikle ilgisini eksiltmeyen Ünye Belediyesi Yapı İşleri Müdiresi Mimar Zerrin Gümüş Hanım’a teşekkürü borç biliriz.

Ahmet Derya Varilci varilci@gmail.com
Ahmet Kabayel ahmetkabayel@gmail.com

Fotoğraflar: Varilci arşivi





TARİHTE ÜNYE PAZARLARI

Ahmet KABAYEL
Ünye, 11.12.2006

Fotoğraf : Ahmet Derya Varilci


Osman DOĞAN’ın “Karadeniz’de bir Boğaziçi Ünye” adlı güzel eserini incelerken 282.sayfadaki Haftalık Pazar bölümünü okuyunca Ceyhan Kokulu abiden dinlediğim, ona da babasının anlattığı bir hatırayı sizlerle paylaşmak istedim. .Kitapta da belirtildiği gibi, 24 Mayıs 1866 tarihine kadar Pazar günleri kurulan haftalık Pazar, daha sonra Cumartesi gününe alınmıştır. Burada ibadetini daha rahat yapabilmek için Ünye,de yaşayan Osmanlı tebaasındaki Hıristiyan vatandaşların talepleri dikkate alınmıştır.
19.yüzyılın sonlarında bölgemizde büyük bir sel felaketi yaşanmıştır. Bunun neticesinde tabakhane deresi üstünde bulunan köprü yıkılmıştır. O dönemde de son 300 yıldır devam eden ekonomik zorluklar köprünün biran evvel yapılmasına engeldir.
Batum muhaciri belediyede görevli Osman efendi ( Kokulu Hafız’ın kayınpederi, tiyatro sanatçısı Mete Sezer’in dedesi) bu sorunu Ünye’de yaşayan ve ticaretle iştigal eden Yahudi bir aile ile çözebileceğini düşünerek aileyi ziyaret eder, durumu anlatır. Aile yardımcı olabileceğini, yalnız bir şartlarının olduğunu, ibadet günü olan cumartesi ile haftalık pazarın çatıştığını bunun düzenlenmesi koşuluyla yardımcı olabileceğini söyler. Şehrin ileri gelenleri bunu uygun bulurlar. Halk buna biraz zorlanır. Köyden gelenler jandarma zoruyla geri gönderilir.Belli bir süre sonra halk alışır ve o günden beri hafta pazarı ÇARŞAMBA günleri kurulur.
Ünye Pazar’ı konusuna bu şekilde girdikten sonra, Ünye Pazarlarının tarihsel oluşumunu, onu hatırlayanların tanıklığında aktarmak istiyorum. Ünye’de bilgi ve belgesine başvurduğum, sayıları giderek azalan büyüklerimiz şu kişilerden oluşuyor: İzzet Şahin, İbrahim Karaduman, Nevzat Yalçıner, Faruk Yıldız, Bahattin Ocak ve Abdullah Akpınar. Edindiğim bilgilerin bazıları birbirleriyle örtüşmemekle birlikte, genel doğrulara ulaşmaya çalıştım. Ahmet Derya Varilci’den fotoğraf ve bazı bilgileri değerlendirme konusunda yardımlarını gördüm. Yazıya ilişkin farklı görüş ve hatırlamalar olacağı aşikardır. Bu vesileyle, bilgi alışverişinde bulunmak, yahut bilgilerini paylaşmak isteyenlere açık bir yazı olacaktır.
O yıllarda Ünye’de üç farklı pazar kurulurdu.
Birincisi, bugünkü Ortayılmazlar Mahallesinin Türbe yolu üzerinde kurulan Karılar Pazarı’dır. İsminden de anlaşılacağı gibi, yalnızca kadınların alışverişte bulunduğu, satıcısının da kadın olduğu bu Pazar, Cumhuriyet ilanından önce Pazar vasfını yitirir. Aynı yere, daha sonraki dönemlerde “panayır” adı verilen eğlence parkı kurulur. Kamil Dayı ve oğlu Şoför Rıza tarafından belli günlerde ve özellikle bayramlarda kurulan dönme dolap, salıncak ve benzer araçlar içeren bu eğlence yerleri, kırklı yıllara kadar varlığını sürdürür. (Fotoğraf 1)




Karılarpazarı, şimdi burada çocuk parkı vardır. (Fotoğraf. 1)

İkinci Pazar, Yemiş Pazarı olarak bilinir. Bugünkü Cumhuriyet Meydanında kurulan Pazar, 1940’lara kadar sürmüştür. Çınar ağacını dibinden, şu anda Hükümet binasının olduğu yerde bulunan mezarlığa paralel, Fevziye mektebine doğru ( Anafarta İlkokulu ve sonra Öğretmen evi olarak bilinen bina ) gelen ve Eski Hamamın etrafında dolaşan pazarın bir bölümü varlığını 80’li yıllara kadar sürdürmüştür. (Fotoğraf 2)

Cumhuriyet Meydanındaki Pazar.Görünen bina Belediye binasıdır.(Fotoğraf. 2)

Seksenli yıllardan sonra aynı Pazar, Çınar’ın dibinden, Askerlik Şubesi ve Saray Camii çevresi ile Saray Caddesine doğru yeniden kurulmuştur. Gelişmişliğimizin en net fotoğrafını veren, dünyada başka bir örneğinin olmadığını sandığım bir eksik kentleşme, ya da kenlileşememe olgusu içinde, Ünyemize hizmet vermektedir. (Fotoğraf 3)
Bugün halen çınarın dibinde kurulan Pazar (Fotoğraf. 3)

Üçüncüsü: Kapan adıyla tanımlanan, ağaç direkler üstüne kurulu, üstü kiremit örtülü bir Pazar yeriydi. Dönerçeşme Meydanında Bulunan Topçu’nun binasının yanında, bugün Belediye İş Merkezi Binasının olduğu yeri kapsayan bu Pazar alanı 1950’li yıllara kadar sürmüştür. Araştırma sırasında öğrendiğim bu pazara ilişkin bir başka konu: belediye tarafından işletilen “Dellal” Ahmet’in görevlendirildiği ücretli tartıdır. Alışverişlerinde netlik sağlamak isteyenlerin hizmetine sunulmaktaymış. Bu alanda işyerleri olan Co Hasan (Yorulmaz), Ramis Dayı, Sarı Mustafa, Şeref Duygun, Akif Yiğit, Ali Duygun, Mevlüt Gemici gibi eski esnaf büyüklerimizi rahmetle anıyoruz. (Fotoğraf 4)

Bugünkü Topçu binası ellili yıllarda, yanındaki “Kapan” denilenPazaryeri ve Dönerçeşme’nin orijinal hali. (Fotoğraf. 4)

Akabinde, Kapanlar elli metre ileriye, bugünkü PTT Binasını olduğu yere taşınmıştır. Kapanların buradaki faaliyet alanı, şimdiki Belediye sinemasının olduğü alanı da kapsar biçimde onbeş yıl sürmüştür. (Fotoğraf 5) Zamanın Belediye Başkanı Mithat Kısacıkoğlu’nu ilk dönemine rastlayan kışta, kar yükünü taşıyamayan kapanların yıkılması sonucu Pazar yeri, yer değişir. Yeni Kapanlar Büyük Camii’nin arkasına kurulur. Ünye Pazaryeri, Büyük Cami arkasındaki kapanlarda yirmi yılı aşkın hizmet verir. (Fotoğraf 6)

Seksenli yılların sonunda, mevcut Pazaryeri ihtiyaca yetmediği için, Beylik Korusu olarak bilinen alana taşınır. Belediye Başkanı İsmail Cerrahoğlu döneminde kurulan bu Pazar, ülkemizde pek çok vilayet merkezinde bulunmayan genişlik ve modernliktedir. (Fotoğraf 7)


2006’da Ünye’ye dar geldiği gerekçesiyle, mevcut kapanlar Çarşamba günü haricinde bu alana Pazar kuran manav ve işporta tezgahlarına sürekli bir biçimde terk edilerek, köylü pazarı için 100 metre ileriye yeni bir Pazar alanı ve kapan kurulmuştur. (Fotoğraf 8, 9, 10)


Yukarıda bahsi geçen pazarlar dışında, değişik zamanlarda ve dönemde, Ünye’de çeşitli semt pazarları kurulmuştur. Burunucu, İpekyolu, Liseler Mahallesi, Beton Yol, Bayramca Mahallesi, Atatürk Mahallesinde kurulan pazarlar bugün de faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Bugün, Ünyemizde kurulan pazarların niteliği geçmişe göre hayli farklılaşmıştır. Eskiden bu kabil pazarların niteliği, köylünün kendi ürününü bu pazarlarda satmasıyla belirlenirken, bugün bu alan giderek daralmaktadır. Köylü ürününü satar, kazandığı parayla, Ünye esnafının el ürünü mallarından ihtiyacını karşılayarak köyüne dönerdi.
Günümüzde köyde yaşayan çoğu aile sebzesini ve meyvesini Ünye pazarından temin etmektedir. Bu pazarların yanı başında, uluslar arası mamüller, Çin malları öyle bir yoğunluk kazandı ki, eski pazarlarımızı unutmamak, unutturmamak her zamankinden daha fazla önemli.
Saygılarımla,